Otobüsle bir görüşmeye giderken, ayakta durmaya çalıştığım kısımda oturan bir adamın elinde, nota kağıtları gördüm. Müzikle mi ilgileniyorsunuz diye sordum. Müzikle ilgilendiğini, enstrüman çaldığını ancak bu hafta okuyacağı bir beste olduğu için arada besteye göz attığını söyledi. Eskiden İstanbul da mimarlık yapıyormuş. Belediyeler, müteahhitler çok sıkmış adamı, mimarlık yaptığı dönemde. Keşke daha önce başlasaydım müziğe şimdi öğretmenlik yapardım felan dedi. Okul yıllarında Ney almak için bir dükkana gitmiş, dükkan sahibi hem kaba hem de Ney den anlamayınca iletişim kuramamış ve başlayamamış Ney’e, emekli olduktan sonra ilgilenmeye başlamış. Beni göstererek, müzik yaparken biz sizlerden, dinleyicilerden çok korkuyoruz dedi. Bende seyircinin buna benzer her konuda çok acımasız olduğu ekledim.
Neyin çeşitleri olduğundan, en iyi Ney kamışının da Antakya dan geldiğini söyledi. Bende Antakya da 2 yıl kaldığımı söyledim ve kamışların tam olarak nereden geldiğini merak edip sordum. Yeri tam olarak hatırlayamadı ama yanlış hatırlamıyorsam Romanların olduğu bir bölgede yetiştiğini anlattı, bu seferde ben çıkaramadım. Antakya da Roman, Suriyeli, Iraklı, Yahudi, Ermeni, Sunni, Alevi mezhebine bağlı, Kürt kökenli her bölgeden insanın yaşadığını söyledim ve ortamın çok iyi olduğundan ve geçinememek gibi bir sıkıntılarının olmadığını ekledim. Eklemez olaydım, konu Amerikanın pis mikroplu oyunları etrafında şekillenmeye başladı, sıradanlaştı, ağırlaştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder